Küçük Menderes havzası, coğrafi konumu,
verimli ovaları ve ticaret yolları üzerinde olmasıyla kadim zamanlardan
itibaren önemli yerleşim yerlerini barındırmıştır. 19. yüzyılda ticari
hareketliliğin merkezlerinden biri olan İzmir ve çevresinde bulunan Küçük
Menderes havzasında yer alan çiftlikler ve köylerdeki yerleşimlerde, gerek
göçler gerekse ticari göçler sebebiyle nüfusunda çeşitlendiği görülür. Yerli
nüfus arasında olan Türk, Rum, Ermeni ve Yahudilerin dışında “Sudanlı, Habeş, Bingazi, Mısır ama özellikle
Arabistanlı veya Arap”
olarak anılan zencilerde nüfus kayıtlarında yer almıştır. Doğum yeri Arabistan
görülse bile isimlerinin başlarında yer alan “zenci” tabiri, onların kökenleri hakkında daha doğru bilgi verir.
Nüfus kayıtlarında zenci veya zenciye olan
lakaplar, onların ayırt edici olan renklerini tanımlamaktadır. Siyahların
Afrikalı olarak değilde Arap veya Arabistanlı olarak adlandırılmalarının
sebebi, milliyetçilikle birlikte gelişen ırksal tanımlamaların 18. yüzyıl
sonrası modern dünyanın kavramları arasında olmasıdır. Örneğin, ortaçağ Arap
dünyasında siyahlar ten renklerine göre milliyetçi aidiyet tanımlamaları içinde
görülmemiştir. “Cahiliye dönemi şairleri
arasındaki zencilerde Arap şairler arasında sayılıyordu” Türk İslam medeniyetini taşıyan Osmanlı
devleti ve toplumu içerisinde bu gelenekselleşmiş tanımlar varlığını
sürdürmektedir. Ancak, 19. yüzyılın ortalarından başlayarak, İzmir ve Ege
Bölgesinde artış gösteren Afrikalıların varlığı ve dağılımı, geleneksel esirlik
kurumunun dışında değerlendirilmelidir. Günümüzde, Tire, Torbalı ve Bayındır
ilçeleri sınırları arasında dağılan Hasköy, Tulum, Naime, Subaşı, Yeniçiftlik gibi
köylerde yaşayan, Ege şivesiyle konuşan Afrika kökenlilerin siyah tenlerinde
taşıdıkları miras, tarihin değişim çağının tanıklığıdır. Ege Bölgesi ve Akdeniz
kıyılarında yoğun olarak yaşan Türkleşmiş Afrikalılar, dünyanın diğer
coğrafyalarındaki afro kültürler gibi kendi var oluşlarını, kökenleriyle
kurdukları bağ ile yeniden tanımlamaya çalışmaktadırlar. Afro- Türkler’in
varlığını geleneksel yaklaşımların dışında değerlendirmek, aynı zamanda 19.
yüzyılın değişim sürecinin tarihsel panaromasını görebilmek açısından ayrı bir
önem taşımaktadır. Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi sonrasında değişen dünya
dengelerinin etkileri, geleneksel yapılar üzerinde çatışma alanlarını oluşturmuştur.
Bunlardan Afrikalılarla ilgili olan kavramsal yapı ise köle ticareti karşıtlığı
üzerinden kurulmuştur. İşte bu zaman dilimindeki yolculuk bizi Ege şivesiyle
konuşan Afro- Türkler’in ütopik algısının gerçekliğine götürecektir.
Kapitalizm ve kölelik arasındaki ilişki, 19.
yüzyılın değişim sürecine yön verecek olan önemli bir etkendir. Özellikle
sanayi devrimiyle birlikte emek ve endüstriyel üretim tarzları arasındaki
ilişki, köle emeğine değerin gerilemesine sebep olur. Buna rağmen endüstriyel
üretimin ve kapitalizmin yayılması dünyada farklı ivmelerle sürmekte ve köle
emeği 19. yüzyıl boyunca önemini korumaktadır. Endüstriyel üretimin lideri olan
İngiltere’nin bu dönemde üstlendiği rol, dünya dengelerine, politikasına ve
sosyal yaşam biçimlerine yön verirken, günümüzün modern dünyasına model
oluşturduğu da görülmektedir.
“Bu döneme kadar takip edilen kolonyal politikalar ve köle emeği
gereksinimi değişmiş diğer taraftanda sömürge imparatorlukları ve sınırları
arasındaki pazarlıklar da kızışmaya başlamıştır. Endüstriyel üretim tarzı
içinde iş gücü ihtiyacının kıtalar arası taşınan köle emeğiyle karşılanması
daha pahalıya gelecektir. Avrupa’da iç politika dengelerinin değişimi ise işçi
sınıfının etkinliğinin artmasıyla birlikte yeni toplumsal düzeni sorgulamaya
açacaktır.”
Köle emeğine son verilmesi süreci, sadece
ekonomik değer ölçütüyle ilgili değildir. “Sanayileşmiş
ülkelerin toplumsal güçleri, bireysel çıkarın özgürce izlenmesine dayanan bir
pazar (ekonomisi) toplumuyla uyuşmaz göründükleri için köleliğe ve serfliğe
karşıydılar.”
Köle karşıtı hareketlerin çıkış noktası, özgürlük ya da bağımsızlık
fikirlerinin yükseldiği dönemler ile birlikte görülür. “Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında Quaker’ların kölelik karşıtı
söylemleri başlangıç noktasını oluşturur.”
Amerika kendisi için bağımsızlık isterken plantasyonlarındaki kölelerin
varlığı, kendi söylemleriyle çatışmak anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi
sırasında da insan hakları, milliyetçilik ve özgürlük söylemlerini destekleyen
köle karşıtlığı fikirleri gündeme gelmişse de etkisi sınırlı kalmıştır.
“Köleliğin
kaldırılmasına yönelik kampanyalar ancak, 1807- 1867 arasında İngiliz iç ve dış politikasına yön veren hareketler
arasında yer alır. İngiltere bu süreçte uluslararası sularda ‘köle polisi’ görevini
üstlenmiştir. Ayrıca bir devlet politikası olarak bu kampanyalar, uluslararası
etik değerlerin ihracında oluşturduğu rol model özelliğiylede oldukça dikkat
çekicidir.”
19. yüzyılda sanayileşmekte olan ülkelerin
endüstriyel sınıfların yükselişi bu uluslarında yükselişiyle paralel
gitmektedir. “Sanayileşmekte olan
Avrupa’lı uluslar, dünyanın az gelişmiş halkları üzerindeki egemenlik
alanlarını genişletmek için birbirleriyle o güne dek görülmedik bir rekabet
halindedirler. Yalnızca bu ülkeler içindeki sınıflar değil bu toplumların
bütünü, yükselmekte ve yayılmakta olan toplumsal oluşumun içindedirler.”
İmparatorluklarla Fransız ulusu arasında devam
eden Napolyon savaşları 1815’te sona erdiğinde, İngiltere dünyanın en modern
sanayi ülkesi olma statüsünden kaynaklanan bir küresel ekonomik üstünlüğe
kavuştu.
“1820’lerde
dünya nüfusunun yaklaşık % 26’sı İngilizlere ait sayılan topraklarda yaşıyordu.
Büyük çapta genişleyen bu topraklar artık dünyanın her yanını sarıyordu;
kültürel ve ırksal bakımdan İngilizlere benzemeyen halkların oluşturduğu
kalabalık toplumları denetim altında tutmak gerekiyordu. Bu değişikliklerle
birlikte İmparatorluğun mahiyetine ilişkin tartışma daha da büyüdü. Birçok
reformcuya göre bu ekonomik ve siyasal üstünlüğe ahlaki ve insancıl bir yüce
gerekçe eşlik etmeliydi İnsancıl
reformcuların siyasal alandaki endişeleri 19. yüzyıl başlarında oldukça
güçlendi. Bu endişelerin kaynağı hem zayıf ve bağımlı kesimlere – imparatorluk içindeki kadınlar, çocuklar,
köleler ve yerli halklar- destek olmakla, hem de Britanya’nın kendisini
dönüştürmekle ilgiliydi. Hümanist çevreler ideolojik enerjilerini ilk başta
kölelikle ilgili tartışmalara yöneltti. İleri sürülen savlarda bizzat kölelerin
ifadelerinin güçlü bir silah oluşturduğu ahlaki gerekçelere dayanmanın
ötesinde, özgür emeğin erdemlerini savunan ve sanayileşmiş yeni cesur dünyada
köleliğin geriliğini eleştiren bir dil kullandı.”
Osmanlı
İmparatorluğunda ise köleliğin kaldırılması düşüncesi kendiliğinden gelişme
gösteren bir oluşum değildir. Osmanlı sosyolojisi içinde yer alan harem hayatı
ve devşirme sistemi gibi gelenekselleşmiş yapılar sebebiyle kölelik, bağımsız
bir kavram olarak tanımlanmamıştır. Köleliğin kaldırılması bu yüzden topyekün
gerçekleşmemiştir. Esir pazarlarının kaldırılması veya köle ticaretinin
yasaklanması gibi kanunlarla, köle karşıtlarının baskıları giderilmeye
çalışılmıştır.
“Osmanlı
İngiziliz ilişkilerinde ilk defa 1812’de köle ticareti konusu gündeme
gelmiştir. Köleliğin kaldırılması için çalışan ‘The British and Foregin Anti
Slavery Society’ derneğinin faliyetleri, etkinliği yürütmüştür. Başarıları
arasında İngiliz ve Uluslararası Atlantik köle ticaretine karşı alınan önlemler
bulunan dernek artık faliyetlerini Osmanlı İmparatorluğunu özellikle
vurgulayarak doğudaki İslam ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletmiştir.”
Osmanlı İmparatorluğunda esirlik
kurumu, geleneksel islam devletlerinin mirasını taşıyan bir yapıdır. Bu
gerekçeyle lonca teşkilatı bünyesinde yer alan esircilik kethüdasının yürüttüğü
işler, ne toplum içerisinde ne de devlet yapısında herhangi bir tartışmanın
oluşmasına sebep olmamıştır. Doğu köleciğinin görece daha yumuşak olan
geçişgenliği de yüzleşilen bu tartışmaların karşısında duran önemli bir savunma
gerekçesi olmuştur.
“İngilizler, Osmanlı topraklarında kölelik ve köle ticaretine karşı “bir
şekilde” harekete geçmesi için Osmanlı yönetimine ilk kez 1840’ta baskı yaptı.
Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Lord
Ponsonby’ye, aynı yılın Ağustos ve Kasım aylarında olmak üzere iki kez bu
doğrultuda talimat göndermişti. Osmanlıların bu talimata uymayı kabul
etmemeleriyle, daha doğrusu bu diplomatik girişimler karşısında kayıtsız
kalmalarıyla, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğunda kölelik ve köle ticaretine müdahalelerinin başlangıç
aşaması kapanmış oldu. Bu
konudaki asıl tartışma ise İngiliz- Osmanlı dış politikasının hassas dengeleri
üzerine ve Osmanlı köleliğin İngiliz kamuoyundaki algılanışı ve Osmanlı
köleliğin yapısına ilişkin konularda değerlendirilmektedir.”
28 Aralık 1846 tarihinde Sultan Abdülmecid’in
emriyle İstanbul Esir pazarı kapatıldı. Bundan sonraki süreçte İngilizlerin öncelikle Afrika köle ticaretinin
önlenmesine karşı olan baskıları daha da artacak, Çerkez ve Gürcü köle
ticaretinin önlenmesi ise daha rahat bir seyir izleyecektir.
“Haziran
1849’da, Orta Afrika’da Çad Gölü’nün batısında bulunan Bornuh bölgesinden
toplanan zenci köleler Bingazi’ye doğru yola çıkarıldı. Buradan gemilere
doldurularak Osmanlı limanlarına taşınacaklar ve muhtemelen İzmir, İstanbul,
Selanik gibi şehirlerde satılacaklardı. Gerçi, 1847’de İstanbul esir pazarının
kaldırıldığı ilan edilmişti, ama oldukça karlı bir iş olan köle ticaretinden
kimsenin kolayca vazgeçmeye niyeti yoktu. Bornuh’tan yola çıkan kafile Büyük
Sahrayı geçemedi. Çölde yolunu şaşıran kervandakiler susuzluktan hayatlarını
kaybettiler. 1600 kişinin öldüğü söylenen bu olay her tarafta duyuldu.
Özellikle, kölelik karşıtı düşüncelerin yaygınlaştığı bu dönemde Avrupa basını
olaya geniş ilgi gösterdi ve olayın sorumlusu olarak gördüğü Osmanlı hükümetine
ağır eleştiriler yöneltti. Bunun üzerine Trablusgarp valisi İzzet Paşa ve Fizan
Kaymakamı Hasan Paşa ile yazışarak olayı
soruşturan Osmanlı hükümeti, Mayıs 1850’de İngiliz Elçiliğine, olayın bir çeşit
kaza olduğunu ölenlerin 35 er ve 180 köle olmak üzere 215 kişiden ibaret
olduğunu kurtulan ve Trablusgarb’a gelen köle tüccarlarından suçlu görülenlerin
yargılanacağını bildiren bir rapor sundu.”
1857’de
Islahat fermanının ardından Afrikalı köle ticareti tümüyle yasaklanacaktır. II.
Abdülhamit döneminde de bu konu gündemden düşmeyecek hatta 1877 yılında 1857
fermanı yenilenecektir. Ancak köleliğin tamamen kaldırılması söz konusu
olmadığı için ki en fazla köle sahibi olanların saray ve saray çevresinde
bulunması sebebiyle, köle ticaretine yönelik yasaklamaların pek bir etkisi de olmayacaktır.
Bu ticareti devam ettiren esirciler ise yasağı delmek için pek çok yol bulmaya
devam edeceklerdir.
1880
yılında ise Siyah köle ticaretinin önlenmesine yönelik Osmanlı ile İngiltere
arasında bir Konvansiyon imzalandı. Bu sözleşme'den çıkan sonuçlardan ilki ve
en önemlisi:
“Osmanlı Devletinde mevcut köleler için kölelik kurumunun hukuken devam
etmesidir. Köleleriyle seyahat edecek efendiler her bir köle için' onların
kimlik ve özelliklerini gösteren bir belge bulundurmak zorundaydılar. Elinde,
yanında taşıdığı kölesi için onun köleliğini belirleyen belge bulunduran
efendinin kölesine el konmamaktadır. İkinci önemli sonuç, bu sözleşme ile
ülkede köle ticaretini yasaklayan 1273 (1857) tarihli fermana atıf yapılarak;
bu fermanın koyduğu, "ülkeye zenci köle sokulması yasağına, Osmanlı
topraklarındaki zenci kölelerin yurt dışına çıkarılmaları yasağının da eklenmiş
olmasıdır. Yani zenci kölelerin ülkeye taşınmaları ve ülkeden çıkarılmaları
engellenerek, zenci köle ticaretine kesinlikle son verilmek istenmiştir.
Nitekim aynı amaçla, köleleriyle seyahat eden efendilerin, kölelerine dair
belge ibraz edememeleri halinde, kölelerinin ellerinden alınarak azatlanacağı
hükmü konmuştur. Bu sözleşmenin dikkat çekici noktalarından biri de, İngiliz
gemilerince Osmanlı gemilerini kontrol etme yetkisinin tanınmış olmasıdır.”
Osmanlı Devletinin köle ticaretinin
engellenmesi konusunda taraf olduğu ikinci anlaşma, 1889 Brüksel Konferansı
sonunda imzalanmıştır. 18 Kasım 1889 tarihinde Brüksel'de toplanan uluslararası
konferans sonunda imzalanan umumi senedle Afrika'dan yapılan köle ticaretinin
engellenmesi kararlaştırılmıştır. Almanya, Avusturya-Macaristan, Kongo, Belçika,
Danimarka, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Büyük Britanya, İtalya,
İran, Hollanda, Rusya, Portekiz, İsveç-Norveç ve Zanzibar ile birlikte Osmanlı
Devleti de bu protokole imza koymuştur. Taraflar, 2 Temmuz 1890 günü Afrikalı
köle ticaretinin bastırılması kurallarını getiren Bürüksel Kararnamesini
imzaladılar. II. Abdülhamit Haziran 1891’de kararnameyi onaylamayı kabul
etmiştir..
“Osmanlı
Hükümeti bu yılın başında Afrikalı kölelerin azat edilmesini hızlandırmak ve
onların gereksinimlerini karşılamak için bir program başlattı. Bu program,
azatlı kölelerin kötü durumları hakkında İngilizlerin sürekli yakınmaları
üzerine başlatılmıştı. Azatlı köleler için İstanbul, İzmir, Trablus, Cidde,
Bingazi ve Hudeyde’de misafirhaneler kurulması düşünülmüştü. Köleler bu
misafirhanelerde barındırılacak, beslenecek ve yeniden köleleştirilmeleri
engellenecekti. Ana misafirhane İzmir’de inşa edilecek ve buraya diğer
misafirhanelerden azatlı köleler gönderilecekti. Bunlar İzmir’den, Aydın
vilayetinin çeşitli yerlerine tedrici olarak yollanacak, kendilerine işlemeleri
ve yerleşmeleri için toprak verilecekti.”
1891
sonrası azatlıların İzmir ve çevresinde yerleştirilme sorunlarına bakacak
olursak, Osmanlı hükümeti ile Aydın valiliği arasında 1891 yılı başlarından
1893 yılı ortalarına kadar süren yazışmalarda, İzmir zenci köle misafirhanesi
ve azat edilen kölelerin durumuna ve bu süreçte yaşananlara ilişkin, ayrıntılı
bilgilere ulaşılabilir.
“Aydın Valisi, Dâhiliye Nezaretine gönderdiği 13 Ocak 1891 tarihli
yazısında; azad edilen kölelerden erkeklerin sanayi mektep ve taburlarına,
askeri bandolara, kadınların ise maaş karşılığı hizmetçi olarak İslam
hanelerine yerleştirilmesi ve isteyenlerin birbirleriyle evlendirilerek
kendilerine ev ve arazi verilmesi konusunda çıkarılan irade doğrultusunda
gerekli araştırmayı yaptığını belirtiyordu. Yazının devamında, uygun arazinin
defterinin düzenlendiği, azat edilen zencilerin evlendirme ve iskân işlerine
değin kalacakları misafirhane konusunda, İzmir’de Karantina semtindeki Mekteb-i
Sanayi binası bitişiğindeki Mekteb-i Sultani binasının halen öğrencisizlik
sebebiyle boş olduğu ve bu binanın sanayi mektebine verilmesi halinde sanayi
mektebinin de zenci misafirhanesi olarak 200 kişiyi barındırılabileceği ve
misafirhane yapılması için başka bir masrafa gerek kalmayacağı, evlendirilecek
ve tarım alanlarında iskân ettirilecek zenciler için 1500 kuruş ev, 1500 kuruş
öküz, tarım araçları ve diğer mefruşat giderleri olmak üzere hane başına toplam
3000’er kuruş gerektiği ancak şimdiden ne kadar zenci geleceği bilinmediğinden,
yapılacak masrafın tahmin edilemediği bildirildi.”
İstanbul ve diğer bölgelerden de azatlıların
gelmesiyle birlikte, bu sayının ne kadar olduğu belli olmadığı için, Aydın
vilayetinin iç kesimlerine doğru toprağı işlemek üzere ne kadar nüfusun
yerleştirildiği de bilinmemektedir. Ne var ki günümüz Türkiye’sinde tarımla
uğraşan zenci toplulukların, yalnızca, eski Aydın vilayeti topraklarında ve
Küçük Menderes Ovasında Bayındır, Tire ve Torbalı gibi kasabalar ve çevresinde
bulunduğu görülmektedir. Bu arazilerin
çiflikatı humayun arazileri olduğu bilinmektedir. “Ayrıca ‘bir zenci ile bir zenciyenin izdivacı sağlanarak’ İzmir ve
çevresinde ‘arazi-yi miriyeden iskâna müsait mahaller tedarik edilerek’
tarımsal üretim etkinliklerine katılımlarının sağlanmasına çalışılmıştır.”
Küçük Menderes havzası içine yerleştirilen azatlılar
veya kölelerin bölgedeki çiftliklerde çalıştığına dair bilgiler bulunmaktadır.
Osmanlı hükümetinin aldığı önlemlere, çıkarttığı yasalara ve bölgedeki İngiliz
kavaslarının raporlarına, şikayetlerine rağmen Afrika köle ticaretindeki
patlama ve zirve noktası 19. yüzyılın ortalarında yaşanmış ve kontrol
edilemeyen bu ticaret, 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. “Tire Şeriye sicilindeki bir kayıtta
kölelikten azat edilen bir zencinin, 1854 yılında İzmirli köle tüccarı adına,
‘İzinli Köle’ Abdullahoğlu Reşit
tarafından Tire Yeni Han’da bu ticareti yürüttüğü belirtilmektedir. Belge’de
İzinli Köle’nin bu arada öldüğü bilgisi de verilmektedir.”
Küçük Menderes Havzasında çiflikat-ı hümayun
arazilerine yerleştirilen Afrikalıların buraya gelişlerini üç döneme
ayırabiliriz. İlki, 1891 Brüksel Sözleşmesi sonrası hükümetin uygulamaya
çalıştığı azatlıların yerleştirilmesi programı olmalıdır. Tabi öncesinde
çiftliklerde çalışan kölelerin olup olmadığını tesbit edebilmek oldukça güç
olsada, “örneğin: 1869 yılı Temmuz ayında
Aydın ve Tire’de çok sayıda kölenin satışa çıkarıldığını öğrenen İngiliz
konsolosluğu elinde kanıt olmadığı için valiye başvuramadığını bildiriyordu.”
kuvvetle ihtimal ki vardır, onları da köle ve azatlılar olarak ilk dönem
gelenler içinde saymak gerekir. İkincisi, 1912 Trablusgarp savaşı sonrasında
Osmanlı vatandaşı olan yerlilerin göçüyle ya da Balkan savaşı sonrası göç
edenlerle birlikte gelen köle veya azatlılar olarak değerlendirirsek, son
olarak da Lozan Anlaşması sonrasında mübadeleyle birlikte gelen aileler
arasında bulunan köleler veya azatlılar olarak sıralamak mümkün gözükmektedir.
Özellikle Tulum, Naime, Yeni Çiftlik, Hasköy, Subaşı gibi köylerde bulunanlar
ve günümüzde ırksal özelliklerini koruyan siyahi Afro- Türklerin geçmişten
günümüze tanıklıkları, Ege Bölgesine ve Antalya’ya yayılan Afrika kökenlilerin dış
evliliklerle kaybolan ırsal özellikleri ve tamamen unutulmuş olan köken bağları
dışında, Muğla’da bir arada kalabalık bir diğer nüfus olarak bulunan Mısır
Hıdivi Abbas Paşanın maiyetiyle gelip burada kalıp yerleşenlerle birlikte tek
örnektirler.
“Torbalı 1904 tarihli nüfus yazımındaki Arap ve Afrikalı vatandaşlarımıza
ait bir çalışma, bize bu bölgeye yerleştirilenler hakkında önemli bilgiler
vermektedir. Bu kayıta göre, dokuz Arabistan doğumlu hane, beş Sudan doğumlu
hane, iki Mısır Doğumlu hane, bir Habeşistan doğumlu Hane, dört Tunus doğumlu
hane, on üç Trablusgarp, Bingazi, Derne doğumlu hane, iki hanede, ülkesi kesin
olarak tespit edilemeyenler olarak görülmektedir.”
Sivilizasyon, milliyetçilik, demokrasi veya
günümüzde kimyasal ve nükleer silah karşıtlığı üzerinden yürütülen uluslararası
denge ve baskı araçlarının ilk defa köle karşıtı kampanyalarla ortaya çıktığı
görülmüştür. Üretim tarzındaki değişimlerin etkilediği ekonomik pazar
ilişkileri, dünyanın giderek küçülmeye başlamasında atılan adımların
sebeplerini oluşturmuştur. Küçük Menderes Havzasına savrulan Afrikalı köleler
veya azatlıların, modern dünya politikalarının etkilerinin somutlaştığı ilk örnekler
arasında yerini aldığı görülür. Tarihin suskun yüzlerinin görünür olmaları
günümüz dünyasını ve geleceği doğru anlayabilmek açısından önemlidir. Bu yüzden
Tire, Torbalı, Bayındır ilçelerinde, köylerinde yaşanan bütünleşmenin derinliği
ve hoşgörüsü dikkatleri üzerine çekmeye hak
etmekte ve etnisite araştırmalarına barışçıl bir gözlükle
değerlendirebilmeyi mümkün kılmaktadır.