16 Nisan 2015 Perşembe

Halit Ziya Uşaklıgil, Dilhoş Dadı ve İzmir Zencilerini anlattığı hikâyelerinden:


  Dilhoş Dadı, adlı hikâyesi Halit Ziya’nın Hepsinden Acı, adlı kitabındaki anısal öykülerinden birisidir. Dilhoş Dadı, Halit Ziya’nın en sevdiği dadılarından birisi olduğu için onun hikâyesini de yazmış.
“ ...Yanılmıyorsam, ben on ikisine gelmiştim; ayrı bir odam vardı ve burada artık yalnız yatıyordum. Ancak, ara sıra kapının açıldığını, ya annemin ya da dadımın hayalinin yatağımın üstüne eğilerek iyi örtünüp örtünmediğime güven duymak istediğini sezerdim.
   Bir gece yeni dalmıştım. Uykumun arasında yine bir görüntünün yatağıma eğildiğini sezdim. Ama bu, ne annem, ne de dadımdı. Birden ürkerek fırladım ve yatağımda oturdum. Bu amcalarımdan biriydi. ‘ Gel bak’ dedi, ‘ Dadının borusu tutmuş..’
  Yataktan atladım ve terliklerimi giymeye zaman bulamadan yalınayak amcamın arkasından fırladım. Dilhoş Dadı’nın odasına kadar gittik... Nerdeyse tüm ev halkı orada, çakıl taşı döşeli bir yola açılan oda kapısının önünde birikmişti. Hiç kimse içeri girme yürekliliğini gösteremiyordu. Yalnız, büyük amcalarımdan biri, onun yatağının yanında, başını okşayarak, tatlılaştırmaya çalıştığı bir sesle, acı çeken hasta bir çocukla konuşur gibi, Dilhoş Dadı’yı yatıştırmaya çalışıyordu.
   Anımda o kadar canlılık ve bütünlük var ki, bugün o görünümü tüm çizgileriyle, en küçük ayrıntılarına kadar yazabilirim.
   Kapıda birikmiş başların kaygılı öğrenme isteği, irili ufaklı yüzlerin şaşkınlık ve korkusu; ötede, yatağın yanında büyük amcamın bu olay nedeniyle yerine getirilen görevin önem ve büyüklüğünden doğan gereğinden fazla ağırbaşlı ve yapmacık duruşu, üstelik sesinin şaşılacak bir güce karşı konuşurmuşçasına, biraz tantanalı, biraz gösterişli ezgileri... Tüm bu şeyler, bütünüyle bilincimin içindedir. Sonra hepsinden çok dadımın durumu...
    Başından örtüsü düşmüş, saçlarının örgüleri çözülmüş bu kıvırcık ve sert yüne benzeyen şeyler, kafasının üstünde sanki hamamdan yeni çıkmışçasına kabarmış, ona kudurgan bir Afrikalı savaşçının taşkın yabanlığını vermişti.
   Gözlerini görüyorum: Bunlar, Dilhoş Dadı’nın bana durmadan gülen gözleri değildi. Onlar, şu anda kanla bulanmış ve tasarlanamayacak bir genişlemeyle irileşmiş; sanki çabucak bir yana atılmak, karşısındakileri parçalamak isteyen yırtıcı bir çırpınışla halkalar çizerek korkunç bir anlama bürünmüştü.
    Yatağının içinde dizüstü oturuyor, hiç kimseyi tanımayarak çevresine ayrı ayrı bakıyor, kilitlenmiş dişlerinin arasından yarı Türkçe, yarı Afnuca, beklide var olmayan başka bir evrenin diliyle bir şeyler söylüyor ve tüm bedeni, kaynayan bir kazan gibi, en küçük parçasına kadar titreşim saçıyordu.
   Ben gerçekte ‘ Borusu tutanlar’ dan, ‘ Godyeler’ den, ‘Rüküşler’den evde söz edildiğini pek çok duymuş, üstelik kaç kez İzmir’in Kadifekale’si eteklerinde ‘Borulu Zenciler’ in ‘Dana Şenlikleri’ nde bulunarak, ‘iyi saatte olsunlar’ ın şaşılacak türlü öykülerini dinlemiştim. Ama hiçbir zaman ‘Borusu üstünde kimse’ yi görmemiştim. O zamanlar bilincimde bu korkunç sinir hastalığının görünümleri, doğaüstü şaşırtıcı bir şeyin gizle dolu anlaşılmaz biçimleriydi. Şimdi ilk kez bu görünüme kendi dadımda, o kadar sevilen ve beni o kadar seven insanda tanık oluyordum.....
...Onda öyle bir olağanüstülük, kimliğini değiştiren, tüm varlığının anlatımına başkalık veren öyle bir görünüm vardı ki...Şu soluyan , homurdanan, duyulmamış sözcüklerle kilitlenmiş ağzından her yana öfke ve küskünlük püsküren; sonra zincirlere vurulmuş kudurgan bir hayvan gibi her parçasından ayrı bir korku titreyen beden, gerçekten Dilhoş Dadı’m mıydı; yoksa uzaktan onu andıran bir başka yaratık mıydı, bilmiyorum....
....Zaten o, şimdi büyük amcamın sorularına, kendisinin Dilhoş Dadı olmadığını belirten yanıtlar veriyordu. Gerçekten, bütünüyle o da değildi; daha şişman biriydi; üstelik görünüşe göre bir erkekti! Bilmem nerenin padişahının oğlu olduğundan ve bütün evrenin altını üstüne getireceğinden söz ediyordu.
   Birdenbire tüm evi sarsan bir çığlıkla köpürdü ve arkasından yatağının üstüne, sanki baş aşağı bir kuyuya düşercesine, yıkıldı.”[1]




[1] Halit Ziya Uşaklıgil, Hepsinden Acı, Dilhoş Dadı, syf:27,28,29

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder