26 Ocak 2019 Cumartesi

KÜÇÜK MENDERES HAVZASINDA AFRO-TÜRKLER



 Küçük Menderes havzası, coğrafi konumu, verimli ovaları ve ticaret yolları üzerinde olmasıyla kadim zamanlardan itibaren önemli yerleşim yerlerini barındırmıştır. 19. yüzyılda ticari hareketliliğin merkezlerinden biri olan İzmir ve çevresinde bulunan Küçük Menderes havzasında yer alan çiftlikler ve köylerdeki yerleşimlerde, gerek göçler gerekse ticari göçler sebebiyle nüfusunda çeşitlendiği görülür. Yerli nüfus arasında olan Türk, Rum, Ermeni ve Yahudilerin dışında “Sudanlı, Habeş, Bingazi, Mısır ama özellikle Arabistanlı veya Arap[1] olarak anılan zencilerde nüfus kayıtlarında yer almıştır. Doğum yeri Arabistan görülse bile isimlerinin başlarında yer alan “zenci” tabiri, onların kökenleri hakkında daha doğru bilgi verir.
 Nüfus kayıtlarında zenci veya zenciye olan lakaplar, onların ayırt edici olan renklerini tanımlamaktadır. Siyahların Afrikalı olarak değilde Arap veya Arabistanlı olarak adlandırılmalarının sebebi, milliyetçilikle birlikte gelişen ırksal tanımlamaların 18. yüzyıl sonrası modern dünyanın kavramları arasında olmasıdır. Örneğin, ortaçağ Arap dünyasında siyahlar ten renklerine göre milliyetçi aidiyet tanımlamaları içinde görülmemiştir. “Cahiliye dönemi şairleri arasındaki zencilerde Arap şairler arasında sayılıyordu” [2]  Türk İslam medeniyetini taşıyan Osmanlı devleti ve toplumu içerisinde bu gelenekselleşmiş tanımlar varlığını sürdürmektedir. Ancak, 19. yüzyılın ortalarından başlayarak, İzmir ve Ege Bölgesinde artış gösteren Afrikalıların varlığı ve dağılımı, geleneksel esirlik kurumunun dışında değerlendirilmelidir. Günümüzde, Tire, Torbalı ve Bayındır ilçeleri sınırları arasında dağılan Hasköy, Tulum, Naime, Subaşı, Yeniçiftlik gibi köylerde yaşayan, Ege şivesiyle konuşan Afrika kökenlilerin siyah tenlerinde taşıdıkları miras, tarihin değişim çağının tanıklığıdır. Ege Bölgesi ve Akdeniz kıyılarında yoğun olarak yaşan Türkleşmiş Afrikalılar, dünyanın diğer coğrafyalarındaki afro kültürler gibi kendi var oluşlarını, kökenleriyle kurdukları bağ ile yeniden tanımlamaya çalışmaktadırlar. Afro- Türkler’in varlığını geleneksel yaklaşımların dışında değerlendirmek, aynı zamanda 19. yüzyılın değişim sürecinin tarihsel panaromasını görebilmek açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi sonrasında değişen dünya dengelerinin etkileri, geleneksel yapılar üzerinde çatışma alanlarını oluşturmuştur. Bunlardan Afrikalılarla ilgili olan kavramsal yapı ise köle ticareti karşıtlığı üzerinden kurulmuştur. İşte bu zaman dilimindeki yolculuk bizi Ege şivesiyle konuşan Afro- Türkler’in ütopik algısının gerçekliğine götürecektir.
 Kapitalizm ve kölelik arasındaki ilişki, 19. yüzyılın değişim sürecine yön verecek olan önemli bir etkendir. Özellikle sanayi devrimiyle birlikte emek ve endüstriyel üretim tarzları arasındaki ilişki, köle emeğine değerin gerilemesine sebep olur. Buna rağmen endüstriyel üretimin ve kapitalizmin yayılması dünyada farklı ivmelerle sürmekte ve köle emeği 19. yüzyıl boyunca önemini korumaktadır. Endüstriyel üretimin lideri olan İngiltere’nin bu dönemde üstlendiği rol, dünya dengelerine, politikasına ve sosyal yaşam biçimlerine yön verirken, günümüzün modern dünyasına model oluşturduğu da görülmektedir.
“Bu döneme kadar takip edilen kolonyal politikalar ve köle emeği gereksinimi değişmiş diğer taraftanda sömürge imparatorlukları ve sınırları arasındaki pazarlıklar da kızışmaya başlamıştır. Endüstriyel üretim tarzı içinde iş gücü ihtiyacının kıtalar arası taşınan köle emeğiyle karşılanması daha pahalıya gelecektir. Avrupa’da iç politika dengelerinin değişimi ise işçi sınıfının etkinliğinin artmasıyla birlikte yeni toplumsal düzeni sorgulamaya açacaktır.”[3]
 Köle emeğine son verilmesi süreci, sadece ekonomik değer ölçütüyle ilgili değildir. “Sanayileşmiş ülkelerin toplumsal güçleri, bireysel çıkarın özgürce izlenmesine dayanan bir pazar (ekonomisi) toplumuyla uyuşmaz göründükleri için köleliğe ve serfliğe karşıydılar.”[4]
  Köle karşıtı hareketlerin çıkış noktası, özgürlük ya da bağımsızlık fikirlerinin yükseldiği dönemler ile birlikte görülür. “Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında Quaker’ların kölelik karşıtı söylemleri başlangıç noktasını oluşturur.”[5] Amerika kendisi için bağımsızlık isterken plantasyonlarındaki kölelerin varlığı, kendi söylemleriyle çatışmak anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi sırasında da insan hakları, milliyetçilik ve özgürlük söylemlerini destekleyen köle karşıtlığı fikirleri gündeme gelmişse de etkisi sınırlı kalmıştır.
Köleliğin kaldırılmasına yönelik kampanyalar ancak, 1807- 1867 arasında İngiliz iç ve dış politikasına yön veren hareketler arasında yer alır. İngiltere bu süreçte uluslararası sularda ‘köle polisi’ görevini üstlenmiştir. Ayrıca bir devlet politikası olarak bu kampanyalar, uluslararası etik değerlerin ihracında oluşturduğu rol model özelliğiylede oldukça dikkat çekicidir.”[6]

 19. yüzyılda sanayileşmekte olan ülkelerin endüstriyel sınıfların yükselişi bu uluslarında yükselişiyle paralel gitmektedir. “Sanayileşmekte olan Avrupa’lı uluslar, dünyanın az gelişmiş halkları üzerindeki egemenlik alanlarını genişletmek için birbirleriyle o güne dek görülmedik bir rekabet halindedirler. Yalnızca bu ülkeler içindeki sınıflar değil bu toplumların bütünü, yükselmekte ve yayılmakta olan toplumsal oluşumun içindedirler.”[7]
 İmparatorluklarla Fransız ulusu arasında devam eden Napolyon savaşları 1815’te sona erdiğinde, İngiltere dünyanın en modern sanayi ülkesi olma statüsünden kaynaklanan bir küresel ekonomik üstünlüğe kavuştu.
 “1820’lerde dünya nüfusunun yaklaşık % 26’sı İngilizlere ait sayılan topraklarda yaşıyordu. Büyük çapta genişleyen bu topraklar artık dünyanın her yanını sarıyordu; kültürel ve ırksal bakımdan İngilizlere benzemeyen halkların oluşturduğu kalabalık toplumları denetim altında tutmak gerekiyordu. Bu değişikliklerle birlikte İmparatorluğun mahiyetine ilişkin tartışma daha da büyüdü. Birçok reformcuya göre bu ekonomik ve siyasal üstünlüğe ahlaki ve insancıl bir yüce gerekçe eşlik etmeliydi  İnsancıl reformcuların siyasal alandaki endişeleri 19. yüzyıl başlarında oldukça güçlendi. Bu endişelerin kaynağı hem zayıf ve bağımlı kesimlere  – imparatorluk içindeki kadınlar, çocuklar, köleler ve yerli halklar- destek olmakla, hem de Britanya’nın kendisini dönüştürmekle ilgiliydi. Hümanist çevreler ideolojik enerjilerini ilk başta kölelikle ilgili tartışmalara yöneltti. İleri sürülen savlarda bizzat kölelerin ifadelerinin güçlü bir silah oluşturduğu ahlaki gerekçelere dayanmanın ötesinde, özgür emeğin erdemlerini savunan ve sanayileşmiş yeni cesur dünyada köleliğin geriliğini eleştiren bir dil kullandı.”[8]
Osmanlı İmparatorluğunda ise köleliğin kaldırılması düşüncesi kendiliğinden gelişme gösteren bir oluşum değildir. Osmanlı sosyolojisi içinde yer alan harem hayatı ve devşirme sistemi gibi gelenekselleşmiş yapılar sebebiyle kölelik, bağımsız bir kavram olarak tanımlanmamıştır. Köleliğin kaldırılması bu yüzden topyekün gerçekleşmemiştir. Esir pazarlarının kaldırılması veya köle ticaretinin yasaklanması gibi kanunlarla, köle karşıtlarının baskıları giderilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı İngiziliz ilişkilerinde ilk defa 1812’de köle ticareti konusu gündeme gelmiştir. Köleliğin kaldırılması için çalışan ‘The British and Foregin Anti Slavery Society’ derneğinin faliyetleri, etkinliği yürütmüştür. Başarıları arasında İngiliz ve Uluslararası Atlantik köle ticaretine karşı alınan önlemler bulunan dernek artık faliyetlerini Osmanlı İmparatorluğunu özellikle vurgulayarak doğudaki İslam ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletmiştir.” [9]
Osmanlı İmparatorluğunda esirlik kurumu, geleneksel islam devletlerinin mirasını taşıyan bir yapıdır. Bu gerekçeyle lonca teşkilatı bünyesinde yer alan esircilik kethüdasının yürüttüğü işler, ne toplum içerisinde ne de devlet yapısında herhangi bir tartışmanın oluşmasına sebep olmamıştır. Doğu köleciğinin görece daha yumuşak olan geçişgenliği de yüzleşilen bu tartışmaların karşısında duran önemli bir savunma gerekçesi olmuştur.

“İngilizler, Osmanlı topraklarında kölelik ve köle ticaretine karşı “bir şekilde” harekete geçmesi için Osmanlı yönetimine ilk kez 1840’ta baskı yaptı. Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Lord Ponsonby’ye, aynı yılın Ağustos ve Kasım aylarında olmak üzere iki kez bu doğrultuda talimat göndermişti. Osmanlıların bu talimata uymayı kabul etmemeleriyle, daha doğrusu bu diplomatik girişimler karşısında kayıtsız kalmalarıyla, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğunda kölelik  ve köle ticaretine müdahalelerinin başlangıç aşaması kapanmış oldu.  Bu konudaki asıl tartışma ise İngiliz- Osmanlı dış politikasının hassas dengeleri üzerine ve Osmanlı köleliğin İngiliz kamuoyundaki algılanışı ve Osmanlı köleliğin yapısına ilişkin konularda değerlendirilmektedir.”[10]
 28 Aralık 1846 tarihinde Sultan Abdülmecid’in emriyle İstanbul Esir pazarı kapatıldı. Bundan sonraki süreçte İngilizlerin öncelikle Afrika köle ticaretinin önlenmesine karşı olan baskıları daha da artacak, Çerkez ve Gürcü köle ticaretinin önlenmesi ise daha rahat bir seyir izleyecektir.
Haziran 1849’da, Orta Afrika’da Çad Gölü’nün batısında bulunan Bornuh bölgesinden toplanan zenci köleler Bingazi’ye doğru yola çıkarıldı. Buradan gemilere doldurularak Osmanlı limanlarına taşınacaklar ve muhtemelen İzmir, İstanbul, Selanik gibi şehirlerde satılacaklardı. Gerçi, 1847’de İstanbul esir pazarının kaldırıldığı ilan edilmişti, ama oldukça karlı bir iş olan köle ticaretinden kimsenin kolayca vazgeçmeye niyeti yoktu. Bornuh’tan yola çıkan kafile Büyük Sahrayı geçemedi. Çölde yolunu şaşıran kervandakiler susuzluktan hayatlarını kaybettiler. 1600 kişinin öldüğü söylenen bu olay her tarafta duyuldu. Özellikle, kölelik karşıtı düşüncelerin yaygınlaştığı bu dönemde Avrupa basını olaya geniş ilgi gösterdi ve olayın sorumlusu olarak gördüğü Osmanlı hükümetine ağır eleştiriler yöneltti. Bunun üzerine Trablusgarp valisi İzzet Paşa ve Fizan Kaymakamı Hasan Paşa ile yazışarak  olayı soruşturan Osmanlı hükümeti, Mayıs 1850’de İngiliz Elçiliğine, olayın bir çeşit kaza olduğunu ölenlerin 35 er ve 180 köle olmak üzere 215 kişiden ibaret olduğunu kurtulan ve Trablusgarb’a gelen köle tüccarlarından suçlu görülenlerin yargılanacağını bildiren bir rapor sundu.”[11]
  1857’de Islahat fermanının ardından Afrikalı köle ticareti tümüyle yasaklanacaktır. II. Abdülhamit döneminde de bu konu gündemden düşmeyecek hatta 1877 yılında 1857 fermanı yenilenecektir. Ancak köleliğin tamamen kaldırılması söz konusu olmadığı için ki en fazla köle sahibi olanların saray ve saray çevresinde bulunması sebebiyle, köle ticaretine yönelik yasaklamaların pek bir etkisi de olmayacaktır. Bu ticareti devam ettiren esirciler ise yasağı delmek için pek çok yol bulmaya devam edeceklerdir.
  1880 yılında ise Siyah köle ticaretinin önlenmesine yönelik Osmanlı ile İngiltere arasında bir Konvansiyon imzalandı. Bu sözleşme'den çıkan sonuçlardan ilki ve en önemlisi:
“Osmanlı Devletinde mevcut köleler için kölelik kurumunun hukuken devam etmesidir. Köleleriyle seyahat edecek efendiler her bir köle için' onların kimlik ve özelliklerini gösteren bir belge bulundurmak zorundaydılar. Elinde, yanında taşıdığı kölesi için onun köleliğini belirleyen belge bulunduran efendinin kölesine el konmamaktadır. İkinci önemli sonuç, bu sözleşme ile ülkede köle ticaretini yasaklayan 1273 (1857) tarihli fermana atıf yapılarak; bu fermanın koyduğu, "ülkeye zenci köle sokulması yasağına, Osmanlı topraklarındaki zenci kölelerin yurt dışına çıkarılmaları yasağının da eklenmiş olmasıdır. Yani zenci kölelerin ülkeye taşınmaları ve ülkeden çıkarılmaları engellenerek, zenci köle ticaretine kesinlikle son verilmek istenmiştir. Nitekim aynı amaçla, köleleriyle seyahat eden efendilerin, kölelerine dair belge ibraz edememeleri halinde, kölelerinin ellerinden alınarak azatlanacağı hükmü konmuştur. Bu sözleşmenin dikkat çekici noktalarından biri de, İngiliz gemilerince Osmanlı gemilerini kontrol etme yetkisinin tanınmış olmasıdır.[12]
   Osmanlı Devletinin köle ticaretinin engellenmesi konusunda taraf olduğu ikinci anlaşma, 1889 Brüksel Konferansı sonunda imzalanmıştır. 18 Kasım 1889 tarihinde Brüksel'de toplanan uluslararası konferans sonunda imzalanan umumi senedle Afrika'dan yapılan köle ticaretinin engellenmesi kararlaştırılmıştır. Almanya, Avusturya-Macaristan, Kongo, Belçika, Danimarka, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Büyük Britanya, İtalya, İran, Hollanda, Rusya, Portekiz, İsveç-Norveç ve Zanzibar ile birlikte Osmanlı Devleti de bu protokole imza koymuştur. Taraflar, 2 Temmuz 1890 günü Afrikalı köle ticaretinin bastırılması kurallarını getiren Bürüksel Kararnamesini imzaladılar. II. Abdülhamit Haziran 1891’de kararnameyi onaylamayı kabul etmiştir..  
Osmanlı Hükümeti bu yılın başında Afrikalı kölelerin azat edilmesini hızlandırmak ve onların gereksinimlerini karşılamak için bir program başlattı. Bu program, azatlı kölelerin kötü durumları hakkında İngilizlerin sürekli yakınmaları üzerine başlatılmıştı. Azatlı köleler için İstanbul, İzmir, Trablus, Cidde, Bingazi ve Hudeyde’de misafirhaneler kurulması düşünülmüştü. Köleler bu misafirhanelerde barındırılacak, beslenecek ve yeniden köleleştirilmeleri engellenecekti. Ana misafirhane İzmir’de inşa edilecek ve buraya diğer misafirhanelerden azatlı köleler gönderilecekti. Bunlar İzmir’den, Aydın vilayetinin çeşitli yerlerine tedrici olarak yollanacak, kendilerine işlemeleri ve yerleşmeleri için toprak verilecekti.[13]
1891 sonrası azatlıların İzmir ve çevresinde yerleştirilme sorunlarına bakacak olursak, Osmanlı hükümeti ile Aydın valiliği arasında 1891 yılı başlarından 1893 yılı ortalarına kadar süren yazışmalarda, İzmir zenci köle misafirhanesi ve azat edilen kölelerin durumuna ve bu süreçte yaşananlara ilişkin, ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.
“Aydın Valisi, Dâhiliye Nezaretine gönderdiği 13 Ocak 1891 tarihli yazısında; azad edilen kölelerden erkeklerin sanayi mektep ve taburlarına, askeri bandolara, kadınların ise maaş karşılığı hizmetçi olarak İslam hanelerine yerleştirilmesi ve isteyenlerin birbirleriyle evlendirilerek kendilerine ev ve arazi verilmesi konusunda çıkarılan irade doğrultusunda gerekli araştırmayı yaptığını belirtiyordu. Yazının devamında, uygun arazinin defterinin düzenlendiği, azat edilen zencilerin evlendirme ve iskân işlerine değin kalacakları misafirhane konusunda, İzmir’de Karantina semtindeki Mekteb-i Sanayi binası bitişiğindeki Mekteb-i Sultani binasının halen öğrencisizlik sebebiyle boş olduğu ve bu binanın sanayi mektebine verilmesi halinde sanayi mektebinin de zenci misafirhanesi olarak 200 kişiyi barındırılabileceği ve misafirhane yapılması için başka bir masrafa gerek kalmayacağı, evlendirilecek ve tarım alanlarında iskân ettirilecek zenciler için 1500 kuruş ev, 1500 kuruş öküz, tarım araçları ve diğer mefruşat giderleri olmak üzere hane başına toplam 3000’er kuruş gerektiği ancak şimdiden ne kadar zenci geleceği bilinmediğinden, yapılacak masrafın tahmin edilemediği bildirildi.”[14]
   İstanbul ve diğer bölgelerden de azatlıların gelmesiyle birlikte, bu sayının ne kadar olduğu belli olmadığı için, Aydın vilayetinin iç kesimlerine doğru toprağı işlemek üzere ne kadar nüfusun yerleştirildiği de bilinmemektedir. Ne var ki günümüz Türkiye’sinde tarımla uğraşan zenci toplulukların, yalnızca, eski Aydın vilayeti topraklarında ve Küçük Menderes Ovasında Bayındır, Tire ve Torbalı gibi kasabalar ve çevresinde bulunduğu görülmektedir.  Bu arazilerin çiflikatı humayun arazileri olduğu bilinmektedir. “Ayrıca ‘bir zenci ile bir zenciyenin izdivacı sağlanarak’ İzmir ve çevresinde ‘arazi-yi miriyeden iskâna müsait mahaller tedarik edilerek’ tarımsal üretim etkinliklerine katılımlarının sağlanmasına çalışılmıştır.” [15]
 Küçük Menderes havzası içine yerleştirilen azatlılar veya kölelerin bölgedeki çiftliklerde çalıştığına dair bilgiler bulunmaktadır. Osmanlı hükümetinin aldığı önlemlere, çıkarttığı yasalara ve bölgedeki İngiliz kavaslarının raporlarına, şikayetlerine rağmen Afrika köle ticaretindeki patlama ve zirve noktası 19. yüzyılın ortalarında yaşanmış ve kontrol edilemeyen bu ticaret, 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. “Tire Şeriye sicilindeki bir kayıtta kölelikten azat edilen bir zencinin, 1854 yılında İzmirli köle tüccarı adına, ‘İzinli Köle’  Abdullahoğlu Reşit tarafından Tire Yeni Han’da bu ticareti yürüttüğü belirtilmektedir. Belge’de İzinli Köle’nin bu arada öldüğü bilgisi de verilmektedir.” [16]
 Küçük Menderes Havzasında çiflikat-ı hümayun arazilerine yerleştirilen Afrikalıların buraya gelişlerini üç döneme ayırabiliriz. İlki, 1891 Brüksel Sözleşmesi sonrası hükümetin uygulamaya çalıştığı azatlıların yerleştirilmesi programı olmalıdır. Tabi öncesinde çiftliklerde çalışan kölelerin olup olmadığını tesbit edebilmek oldukça güç olsada, “örneğin: 1869 yılı Temmuz ayında Aydın ve Tire’de çok sayıda kölenin satışa çıkarıldığını öğrenen İngiliz konsolosluğu elinde kanıt olmadığı için valiye başvuramadığını bildiriyordu.”[17] kuvvetle ihtimal ki vardır, onları da köle ve azatlılar olarak ilk dönem gelenler içinde saymak gerekir. İkincisi, 1912 Trablusgarp savaşı sonrasında Osmanlı vatandaşı olan yerlilerin göçüyle ya da Balkan savaşı sonrası göç edenlerle birlikte gelen köle veya azatlılar olarak değerlendirirsek, son olarak da Lozan Anlaşması sonrasında mübadeleyle birlikte gelen aileler arasında bulunan köleler veya azatlılar olarak sıralamak mümkün gözükmektedir. Özellikle Tulum, Naime, Yeni Çiftlik, Hasköy, Subaşı gibi köylerde bulunanlar ve günümüzde ırksal özelliklerini koruyan siyahi Afro- Türklerin geçmişten günümüze tanıklıkları, Ege Bölgesine ve Antalya’ya yayılan Afrika kökenlilerin dış evliliklerle kaybolan ırsal özellikleri ve tamamen unutulmuş olan köken bağları dışında, Muğla’da bir arada kalabalık bir diğer nüfus olarak bulunan Mısır Hıdivi Abbas Paşanın maiyetiyle gelip burada kalıp yerleşenlerle birlikte tek örnektirler.
“Torbalı 1904 tarihli nüfus yazımındaki Arap ve Afrikalı vatandaşlarımıza ait bir çalışma, bize bu bölgeye yerleştirilenler hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu kayıta göre, dokuz Arabistan doğumlu hane, beş Sudan doğumlu hane, iki Mısır Doğumlu hane, bir Habeşistan doğumlu Hane, dört Tunus doğumlu hane, on üç Trablusgarp, Bingazi, Derne doğumlu hane, iki hanede, ülkesi kesin olarak tespit edilemeyenler olarak görülmektedir.”[18]
 Sivilizasyon, milliyetçilik, demokrasi veya günümüzde kimyasal ve nükleer silah karşıtlığı üzerinden yürütülen uluslararası denge ve baskı araçlarının ilk defa köle karşıtı kampanyalarla ortaya çıktığı görülmüştür. Üretim tarzındaki değişimlerin etkilediği ekonomik pazar ilişkileri, dünyanın giderek küçülmeye başlamasında atılan adımların sebeplerini oluşturmuştur. Küçük Menderes Havzasına savrulan Afrikalı köleler veya azatlıların, modern dünya politikalarının etkilerinin somutlaştığı ilk örnekler arasında yerini aldığı görülür. Tarihin suskun yüzlerinin görünür olmaları günümüz dünyasını ve geleceği doğru anlayabilmek açısından önemlidir. Bu yüzden Tire, Torbalı, Bayındır ilçelerinde, köylerinde yaşanan bütünleşmenin derinliği ve hoşgörüsü dikkatleri üzerine çekmeye hak  etmekte ve etnisite araştırmalarına barışçıl bir gözlükle değerlendirebilmeyi mümkün kılmaktadır.



KAYNAKÇA:

-Abdullah Martal,  Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir,Yazıt Yay., 2007, İzmir


-Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e : İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, Kebikeç, 2010

-Bernard Lewis, Ortadoğuda Irk ve Kölelik,Truva yayınları,İstanbul,  2006

-Chaim D. Kaufmann and Robert A. Pape, “Explaning Costly International Moral Action: Britain’s Sixtiy – Year Campaign aganist the Atlantic Slave Trade, International Organization,” Vol. 53, No. 4 (Autumn, 1999)

-Cihan Özgün, İzmir ve Artalanında Tarımsal Üretim ve Ticareti (1844-1914) ,  Yök Tez Arşivi, Doktora Tezi, 2011, İzmir

 -Ehud R. Toledeno, Osmanlı Köle Ticareti, 1840-1890,Tarih Vakfı Yurt yay., 2001,İstanbul
         
-Gülnihal Bozkurt, “Köleliğin Yasaklanmasına Dair İki Belge”, Ankara Üniversitesi Otam, S.1

- Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu, 1800-1909, Kitap Yay.,2004,İstanbul

- Hobsbawm Eric, “Sermaye Çağı, 1848-1875”, Dost Kitabevi, 2017

- Munis Armağan, Ege Tarihi Coğrafyası, Özden Ofset,2009,İzmir

- Necat Çetin – Mustafa Bilgehan Şimşek, “Nahiyeden Kazaya Torbalı’da Nüfus ve Yerleşim (1905-1932)”, www.academia.edu

- Necat Çetin,  TORBALI 1320 Rumi/1904 Miladi NÜFUS YAZIMINDAKİ ARAP ve AFRİKA KÖKENLİ VATANDAŞLARIMIZ, yayınlanmamış özel arşiv belgesi

- Norbert  Elıas, Uygarlık Süreci, Cilt 1,İletişim Yayınları, 2017

- Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, 2008, İstanbul

-Philip McMichael  ,“Slavery in Capitalism: Capitalism: The Rise and Demise of the U. S. Ante-Bellum Cotton Culture, Theory and Society”, Vol. 20, No. 3, Special Issue on Slavery in the New World (Jun., 1991)

- Robert Aldrich, Emperyal Çağ, Oğlak yay, İstanbul, 2008











[1] Necat Çetin – Mustafa Bilgehan Şimşek, “Nahiyeden Kazaya Torbalı’da Nüfus ve Yerleşim (1905-1932)”,s, 36-38, www.academia.edu
[2] Bernard Lewis, Ortadoğuda Irk ve Kölelik,Truva yayınları,İstanbul,  2006, s. 57-58
[3] Philip McMichael  ,“Slavery in Capitalism: Capitalism: The Rise and Demise of the U. S. Ante-Bellum Cotton Culture, Theory and Society”, Vol. 20, No. 3, Special Issue on Slavery in the New World (Jun., 1991) pp. 321-349,s,323

[4] Hobsbawm Eric, “Sermaye Çağı, 1848-1875”, Dost Kitabevi, 2017,  s. 204

[5] Chaim D. Kaufmann and Robert A. Pape, “Explaning Costly International Moral Action: Britain’s Sixtiy – Year Campaign aganist the Atlantic Slave Trade, International Organization,” Vol. 53, No. 4 (Autumn, 1999), pp. 631-668, 661

[6] Chaim D. Kaufmann and Robert A. Pape, a.d.m., s.661
[7] Norbert  Elıas, Uygarlık Süreci, Cilt 1,İletişim Yayınları, 2017, s. 28

[8] Robert Aldrich, Emperyal Çağ, Oğlak yay, İstanbul, 2008, s.140-141

[9] Ehud R. Toledeno, Osmanlı Köle Ticareti, 1840-1890,Tarih Vakfı Yurt yay., 2001,İstanbul, s.78

[10] Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu, 1800-1909, Kitap Yay.,2004,İstanbul, s.92

[11] Abdullah Martal, “Afrika’dan İzmir’e : İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi”, Kebikeç, 2010
[12] Gülnihal Bozkurt, “Köleliğin Yasaklanmasına Dair İki Belge”, Ankara Üniversitesi Otam, S.1,s.50

[13] Ehud Toledano, a.g.e., s. 204-205
[14] Abdullah Martal,  Belgelerle Osmanlı Döneminde İzmir,Yazıt Yay., 2007, İzmir, s: 89, 90

[15] Cihan Özgün, İzmir ve Artalanında Tarımsal Üretim ve Ticareti (1844-1914) ,  Yök Tez Arşivi, Doktora Tezi, 2011, İzmir,s.158
[16] Munis Armağan, Ege Tarihi Coğrafyası, Özden Ofset,2009,İzmir,  s. 50-51

[17] Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, 2008, İstanbul, s.76-78
[18] Necat Çetin,  TORBALI 1320 Rumi/1904 Miladi NÜFUS YAZIMINDAKİ ARAP ve AFRİKA KÖKENLİ VATANDAŞLARIMIZ, yayınlanmamış özel arşiv belgesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder