Türk toplumu açısından ise bu
içselleştirme eğiliminin kaynağı kendi karakteristik yapısında aranmalıdır.
Türk kültürünü oluşturan asıl unsurlardan biri olan bozkır göçebe kültürünün
kölelik kurumuna yaklaşımı bize bu konu üzerindeki gelenekselleşmiş anlayışı
gösterir. Eski Türklerin göçebe hayat tarzları ve savaşçı yapıları, köleliği,
kast sistemindeki gibi keskin sınırlarla ayrılmış bir sınıf olarak
algılamalarını engellemiş olmalı. Çünkü özgürlüklerine düşkün olarak bilinen
bozkır kültürlerinde insanlar köle işgücü yerine, hayvanların veya atın
kullanılmasını tercih etmişlerdir. Göçebe Türk kavimlerinde kölelik, gerçek
anlamı ile kurumlaşmış bir kölelik ve her türlü haklarından mahrum kalan
kölelerden ziyade, tutsaklık anlamında ifade edilmek istenmiş, savaşta yenilen
toplum üyeleri siyasî haklarını kaybetmiş ve bazı medenî haklarından yoksun
bırakılmışlardır.[1]
Türkler bu ayrıştırıcı
olmayan gelenekleri içinde zenci-Araplara da, kültürel yaşamlarında, masallarında,
halk hikâyelerinde veya oyunlarında yer vermişlerdir. Örneğin Anadolu oyunlarının
çoğunda –Arap Oyunu gibi- Arap en önemli
kişilerden biridir. Bu türde olan çeşitli oyunların, eski çağların ürünlere
bereket sağlama törenlerinin izlerini taşıdığı da söylenir. [2] Abdürrahim
Kardemir’le yaptığımız söyleşide bize bu oyunları şöyle anlattı: “Anadolu’da
dramatik unsurlu oyunlar bir hayli var. Bunlar temelde benzerlikler gösterse
de, uygulandığı her kültür çevresinde biri birinden farklı ve her uygulandığında,
her icra edildiğinde yine farklılıklar gösteriyor. Bunların içerisinde “Arap”
halk tarafından sevilen, tutulan bir öğe, tipleme. Bunun Osmanlı döneminde,
biliyorsunuz Osmanlı’nın sınırları çok genişti ve onun Afrika’dan da
vatandaşları vardı. Özellikle Anadolu insanının zenci insanlara duyduğu
ilgiden, onlarda bir gizemlilik, bir kutsallık, buna benzer bir takım yaklaşımlarla onları daha farklı gördüğünden,
bu dramatik unsurlu oyunlarda onları her zaman kullanmış. Nasıl oynanırdı:
Onların makyaj malzemesi yok ellerinde, ateşte kullanılan haranı, dığan ve
başka kapların isleriyle yüzlerini tamamen boyuyorlar, böylece o zenci rolünü
üstleniyorlardı. Egenin, Aydının köylerinde Araplardan, dramatik unsurlu oyunlar içerisinde çokça var
ve halk tarafından ilgi görüyor. Bu oyunlar da Arapların asıl görevi, arada bir
görünüp kaybolmak değil, bu oyunları yönetmek ve asayişi sağlamaktır. Oyunda
beş tane Arap birden oluyor, ellerinde sopaları falan oluyor. Bu seyirlik
oyunların esas yapısı gereği orada bulunan herkesi ilgilendiriyor. Bir kısmı
oyuncu bir kısmı seyirci değil. İzleyicilerde oyunlara katılıyorlar, zaman
zaman oyunculara sataşıyorlar, laf atıyorlar ve o arada Araplarda müdahale
ediyor veya onlarda sataşıyorlar böylece izleyici- oyuncu kaynaşması oluyor. Bu
oyunlarda hem güldürmek için komedi unsurlu hem de düşündürücü o halkın
dertlerini, sıkıntılarını konu ediyorlar. Burada asıl olan, Osmanlı döneminde,
Osmanlı vatandaşı olan Afrika vatandaşlarına duyulan sevgi, saygı, hayranlık ve
onlarda görülen gizemliliği oynamaya çalışıyorlar.” Belki de Türk kültüründeki
Ak ve Kara karşıtlığının simgesel yanı yüzlerini kazan karasına boyamalarına ve
Arap canlandırmalarına yansımış olabilir. Kısacası, Afrikalıların Türk toplumu
arasında bir zenci ayrımcılığına maruz kalmamaları pek çok derinlikli etkene
bağlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder