Türk Edebiyat
tarihinde esirlik teminin işlenişi romantik öğeleri bakımından yeni bir konu
değildir. Bu konu, şark hikâye ve masalını öteden beri beslemişti. “ Bin bir
Gece” başta olmak üzere şark hikâye ve masallarının çoğunda, pazardan alınan
esir veya ayrıldığı sevgiliyi bulmak için kendisini cariye gibi satılığa
çıkaran sultanlar vardır. Bu kadar zengin ve hüzünlü tarafı bulunan böyle bir
konu, bu kadar yerli ve köklü imkânı ilk hikâyecilerimiz kaçırmayacaktı. Kaldı
ki, hayatta mevcuttu. İlk ve acele denemeler onlarla yapıldı. “Müsameretname”de
, “ Letaif-i rivayat” da, “İntibah”da, “Sergüzeşt”’te, “Zehra” da esir kadın
veya erkek hikâyesi daima vardır. Bu, ancak Edebiyat-ı Cedide romanıyla ön
safhadan çekilir. “Aşk-ı Memnu” nun Beşir’i, bu romanın Boğaziçi ferisinde,
tıpkı bazı Rönesans tablolarındaki egzotik çehreler gibi görünür. Hiçbir şey,
onun bu romanda ölüşü kadar anlamlı olamaz. Öyle ki, Halid Ziya’nın sanatında
bu ölüm yazarın toplum hayatındaki önemli bir parçası için bulabildiği tek
semboldür denebilir. Çünkü bu dönem esirlik kurumunun da son safhalarının
yaşandığı zamanlardır. [1]
Tanzimat
romanında çok sık rastlanan bu tema sosyal bir problem olarak değil, daha çok
romantik ve melankolik bir duygunun temeli olarak işlenmiştir. Ancak bu durumda
dahi çizilen karakterlerin canlılığı ve tanıklığı tarihi belgelerde rastlamakta
güçlük çektiğimiz bazı detayları, toplumsal yaşamın ve dönüşümünün,
izlenebilmesi açısından önemli tanıklıklar sunmaktadırlar. Örneğin Halit
Ziya’nın hikâyelerinde “Babası tutmak”, “Borusu tutmak”, teriminin canlı bir
tasviri “Dilhoş Dadı” adlı hikâyede canlandırılmaktadır. Özellikle, Reşat Nuri
Güntekin’in “ Miskinler Tekkesi” adlı eserinde de İzmir zencilerinin yaşam
biçimleri ve Dana Bayramı ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.
Romancılarımızın bu konuyu ele alış biçimleri de tarihi gelişmelerin paralelinde
ilerlemektedir. Esirliğin, Amerika’daki, Rusya’daki esirlik kurumuyla
karşılaştırılarak tartışılması da gözde bir bakış açısını oluşturuyor.[2]
Dadıların, Cariyelerin, Halayıkların aile içindeki yerleri de, kendi
hayatlarından bildikleri yakın tanıklıkları dolayısıyla canlı bir şekilde
tasvir edilmiş olması da önemlidir. Tüm bunların arasında Sergüzeşt, klasik bir
çerçeve öykü üzerinde kurgulanmış olmasına karşın, eleştirel yaklaşımların
dozunu artırması ve esirlerin iç dünyalarındaki özlemlerini yansıtması, esirlik
kurumunun çeşitli elamanlarını ortaya koyması açısından da önemlidir. Bu yüzden
bu kitabın üzerinde özellikle, ayrıntılı bir şekilde durulmuştur.
Afrikalı
köleliğin ve köle ticaretinin mirası olarak, biz bu romanlardan örnek karakter
suretlerini takip ederken, kısaca, Afrikalı ve Afrika karakterlerinin,
Osmanlı’daki yaşamlarına da tanıklık etmiş oluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder