![]() |
Siyah Efeler,Afro-Efeler |
İnsanların içinde
yaşadıkları ülke ve toplumun tarihiyle tanışmasının bir yolunun yakın
geçmişlerine ilişkin çalışmaların kendilerine ulaşmasından geçtiği bir gerçektir.
Bu konuda tarih, topluma kolektif bir kimlik verme yönünde kullanılan araç
olarak karşımıza çıkmakta.[1]
Türkiye’deki farklı toplumsal ve kültürel grupların yaşam deneyimlerinin, sözlü
tarih çalışmalarıyla kaydedilmesi klasik tarih yazınında görünür olmayan,
sessiz kalmış alanları gün ışığına çıkarmanın önemli bir yoludur. Ancak Osmanlı
köleliği konusunda ayrıca miras envanterlerinin (terekeler) ve kadıların kütük
defterlerinin çalışılması, köle sahipliğinin bazı karşılıklı ilişkilerini de
ortaya çıkarmıştır: zenginlerin veya resmi işlerde görevli olanların köle
sahibi olması çok daha yüksek bir olasılıktır. Yüksek sınıfların hayat tarzları
için kölelerin taşıdığı önem, herkes tarafından bilinen bir hakikattir, ancak
orta sınıfların köle sahibi olmakla ilgili ortaya koydukları öykünmeci
davranışlar ve cephedeki Osmanlı askerleri arasında olduğu gibi geçici köle
sahipliğinin kişisel ve sosyal yansımaları hala hak ettikleri ilgiyi çekmeyi
beklemektedir. Yüksek tabakadan ve hanedan ailesinden köle sahibi olan
grupların dışındaki köleliğin boyutlarını belirlemek, kaynakların ve Osmanlı
toplumunun farklı şekilde çalışılmasını gerektirmektedir.[2]Bu
açıdan yapılan sözlü tarih çalışmalarının bir seçenek olarak görülebileceğini
söyleyebiliriz. Tabi ki bu çalışma sistemi de kendine özgü niteliklerini ortaya
koyabilecek bir disiplin çerçevesine ve yöntemine ulaşabilmelidir. Burada
kaynak kişilerle yapılan çalışmalarla kaynak eserlerin paralelliği veya çatışan
yönlerinin değerlendirilmesi daha bilimsel önerilere doğru yol almada olası
olabilir. Tarih Vakfı’nın Afrika kökenlilerle yapmış olduğu “Sessiz bir
geçmişten sesler” adlı projesi ve araştırmacılara sunduğu arşivi üzerindeki
incelemelerimiz sonucunda ulaştığımız bilgilerle birlikte bu insanların
gerçeklikleri ile karşılaşıyoruz. Afrika kökenlilerle 2007’de 11 ay süren bir
sözlü tarih çalışması yürüten Tarih Vakfı bu konuda en geniş kapsamlı projeyi tamamlamış.
Bu çalışmada Afrika kökenlilerin Ege Bölgesinde bulundukları yerler,
İzmir, Aydın, Muğla ve Ayvalık gibi oldukça geniş bir alana dağılıyor. İzmir ve
civarındaki köylerde bulunan Afrika kökenlilerin bir kısmının, zenci köle
ticaretinin yasaklandığı dönemde buralara getirilen kaçak kölelerin toplu
olarak yerleştirilmiş olduğu bölgeler olduğu bilinmektedir. Yasaklamalara
rağmen birçok çevrenin çıkarlarıyla uyuşan köle ticareti önlenemiyordu. Zaman
zaman İngiliz konsolosunun şikâyeti üzerine, yakalanan kölelerden azat
edilenler oluyordu. Orhan Kumuş’un İngiliz konsolos raporlarına dayanarak
yaptığı tahmine göre, 1869- 1876 yıları arasında, Afrika’dan Batı Anadolu’ya
tarım alanlarında çalıştırılmak üzere 13500 köle getirilmişti.[3] Hakan
Erdem’in ise bu konudaki yorumu farklıdır: “Bu sayıya nasıl ulaştığını
anlayamadığım gibi, bu raporlarda, Afrikalı kölelerin bu bölgede bu şekilde istihdam
edildiklerine ilişkin açık bir ifadeyle de karşılaşmadım. Tüm Afrikalıların
tarımda hizmet vermesinin amaçlandığı görüşüne katılmak açıkça olanaksız
olmakla birlikte, ithal edilen köleler arasında çok sayıda erkek bulunduğu
düşünülürse, hiç olmazsa bir bölümünün bu şekilde istihdam edilmiş olması da
büsbütün imkânsız değildir. Erkeklerin hepsi harem hizmeti için hadım edilmiş
olamazdı.”Her halükarda, tüm Osmanlı köleleri ev kölesi değildi ve başka
işlerde çalıştırılma olasılığına da hep vardı.[4] 1882’de,
Osmanlı İmparatorluğunda zenci köle ticaretinin yasaklanmasına dair, Şura-yı
Devlet Tanzimat Dairesi tarafından 13 maddelik bir lahiya hazırlandı.
Osmanlı’da 1857’de zenci köle ticareti kaldırıldığı için, yasağa aykırı olarak
alınıp satılan bütün zenciler hükümet nezdinde özgürdü ve kimin elinde olursa
olsun, hükümete başvuran kölelerin eline “hüriyetnameler” verilecekti. Ayrıca
karada ve denizde ele geçen zenci kölelerin, uygun yerlere ve hanelere
yerleştirilerek hemen ellerine “hürriyetname” verileceğini ve geçimlerini
sağlamak amacıyla iş bulunacağı vurgulanıyordu. 1891’de Brüksel kongresi
kararlarının onaylanmasından sonra Osmanlı hükümeti, azat edilen kölelerin
ihtiyaçlarının karşılanması yolunda daha önce başlatılan çalışmalar
doğrultusunda yeniden harekete geçti. Bunun için, Bingazi, Trablusgarp, Cidde,
Hudeyde, İstanbul ve İzmir’de diğerlerinden daha büyük ve merkez konumunda bir
misafirhane yapılması kararlaştırıldı. Osmanlı Hükümeti ile Aydın valiliği
arasında 1891 yılı başlarından 1891 yılı ortalarına kadar süren yazışmalarda, İzmir’deki
zenci köle misafirhanesi ve azat edilen kölelerin durumuna ve bu süreçte
yaşananlara ilişkin, ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.[5]Ayrıca
İzmirli Afrikalılara özgü bir bayram olan Dana Bayramının hangi tarihte
başladığı meselesi ortaya çıkar. Bayramla ilgili haberler, İzmir Basınında ilk
kez Hizmet gazetesinin “Vilayet Haberleri” kısmında, 1880’li yılların
ortalarından itibaren görülmeye başlanmıştır. Bu dönem, zencilerin kölelikten
özgürlüğe geçiş yaptığı sürecin başlangıcıdır. Bayram, türlü çılgınlıklar ve
aykırılıklar içerdiğinden gazete manşetlerinden uzun yıllar inmemiş, valiliğin
dikkatinden de kaçmamıştır.[6]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder