16 Eylül 2015 Çarşamba

İçimizdeki Afrika-4

Siyah Efeler,Afro-Efeler
   İnsanların içinde yaşadıkları ülke ve toplumun tarihiyle tanışmasının bir yolunun yakın geçmişlerine ilişkin çalışmaların kendilerine ulaşmasından geçtiği bir gerçektir. Bu konuda tarih, topluma kolektif bir kimlik verme yönünde kullanılan araç olarak karşımıza çıkmakta.[1] Türkiye’deki farklı toplumsal ve kültürel grupların yaşam deneyimlerinin, sözlü tarih çalışmalarıyla kaydedilmesi klasik tarih yazınında görünür olmayan, sessiz kalmış alanları gün ışığına çıkarmanın önemli bir yoludur. Ancak Osmanlı köleliği konusunda ayrıca miras envanterlerinin (terekeler) ve kadıların kütük defterlerinin çalışılması, köle sahipliğinin bazı karşılıklı ilişkilerini de ortaya çıkarmıştır: zenginlerin veya resmi işlerde görevli olanların köle sahibi olması çok daha yüksek bir olasılıktır. Yüksek sınıfların hayat tarzları için kölelerin taşıdığı önem, herkes tarafından bilinen bir hakikattir, ancak orta sınıfların köle sahibi olmakla ilgili ortaya koydukları öykünmeci davranışlar ve cephedeki Osmanlı askerleri arasında olduğu gibi geçici köle sahipliğinin kişisel ve sosyal yansımaları hala hak ettikleri ilgiyi çekmeyi beklemektedir. Yüksek tabakadan ve hanedan ailesinden köle sahibi olan grupların dışındaki köleliğin boyutlarını belirlemek, kaynakların ve Osmanlı toplumunun farklı şekilde çalışılmasını gerektirmektedir.[2]Bu açıdan yapılan sözlü tarih çalışmalarının bir seçenek olarak görülebileceğini söyleyebiliriz. Tabi ki bu çalışma sistemi de kendine özgü niteliklerini ortaya koyabilecek bir disiplin çerçevesine ve yöntemine ulaşabilmelidir. Burada kaynak kişilerle yapılan çalışmalarla kaynak eserlerin paralelliği veya çatışan yönlerinin değerlendirilmesi daha bilimsel önerilere doğru yol almada olası olabilir. Tarih Vakfı’nın Afrika kökenlilerle yapmış olduğu “Sessiz bir geçmişten sesler” adlı projesi ve araştırmacılara sunduğu arşivi üzerindeki incelemelerimiz sonucunda ulaştığımız bilgilerle birlikte bu insanların gerçeklikleri ile karşılaşıyoruz. Afrika kökenlilerle 2007’de 11 ay süren bir sözlü tarih çalışması yürüten Tarih Vakfı bu konuda en geniş kapsamlı projeyi tamamlamış. Bu çalışmada Afrika kökenlilerin Ege Bölgesinde bulundukları yerler, İzmir, Aydın, Muğla ve Ayvalık gibi oldukça geniş bir alana dağılıyor. İzmir ve civarındaki köylerde bulunan Afrika kökenlilerin bir kısmının, zenci köle ticaretinin yasaklandığı dönemde buralara getirilen kaçak kölelerin toplu olarak yerleştirilmiş olduğu bölgeler olduğu bilinmektedir. Yasaklamalara rağmen birçok çevrenin çıkarlarıyla uyuşan köle ticareti önlenemiyordu. Zaman zaman İngiliz konsolosunun şikâyeti üzerine, yakalanan kölelerden azat edilenler oluyordu. Orhan Kumuş’un İngiliz konsolos raporlarına dayanarak yaptığı tahmine göre, 1869- 1876 yıları arasında, Afrika’dan Batı Anadolu’ya tarım alanlarında çalıştırılmak üzere 13500 köle getirilmişti.[3] Hakan Erdem’in ise bu konudaki yorumu farklıdır: “Bu sayıya nasıl ulaştığını anlayamadığım gibi, bu raporlarda, Afrikalı kölelerin bu bölgede bu şekilde istihdam edildiklerine ilişkin açık bir ifadeyle de karşılaşmadım. Tüm Afrikalıların tarımda hizmet vermesinin amaçlandığı görüşüne katılmak açıkça olanaksız olmakla birlikte, ithal edilen köleler arasında çok sayıda erkek bulunduğu düşünülürse, hiç olmazsa bir bölümünün bu şekilde istihdam edilmiş olması da büsbütün imkânsız değildir. Erkeklerin hepsi harem hizmeti için hadım edilmiş olamazdı.”Her halükarda, tüm Osmanlı köleleri ev kölesi değildi ve başka işlerde çalıştırılma olasılığına da hep vardı.[4] 1882’de, Osmanlı İmparatorluğunda zenci köle ticaretinin yasaklanmasına dair, Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi tarafından 13 maddelik bir lahiya hazırlandı. Osmanlı’da 1857’de zenci köle ticareti kaldırıldığı için, yasağa aykırı olarak alınıp satılan bütün zenciler hükümet nezdinde özgürdü ve kimin elinde olursa olsun, hükümete başvuran kölelerin eline “hüriyetnameler” verilecekti. Ayrıca karada ve denizde ele geçen zenci kölelerin, uygun yerlere ve hanelere yerleştirilerek hemen ellerine “hürriyetname” verileceğini ve geçimlerini sağlamak amacıyla iş bulunacağı vurgulanıyordu. 1891’de Brüksel kongresi kararlarının onaylanmasından sonra Osmanlı hükümeti, azat edilen kölelerin ihtiyaçlarının karşılanması yolunda daha önce başlatılan çalışmalar doğrultusunda yeniden harekete geçti. Bunun için, Bingazi, Trablusgarp, Cidde, Hudeyde, İstanbul ve İzmir’de diğerlerinden daha büyük ve merkez konumunda bir misafirhane yapılması kararlaştırıldı. Osmanlı Hükümeti ile Aydın valiliği arasında 1891 yılı başlarından 1891 yılı ortalarına kadar süren yazışmalarda, İzmir’deki zenci köle misafirhanesi ve azat edilen kölelerin durumuna ve bu süreçte yaşananlara ilişkin, ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.[5]Ayrıca İzmirli Afrikalılara özgü bir bayram olan Dana Bayramının hangi tarihte başladığı meselesi ortaya çıkar. Bayramla ilgili haberler, İzmir Basınında ilk kez Hizmet gazetesinin “Vilayet Haberleri” kısmında, 1880’li yılların ortalarından itibaren görülmeye başlanmıştır. Bu dönem, zencilerin kölelikten özgürlüğe geçiş yaptığı sürecin başlangıcıdır. Bayram, türlü çılgınlıklar ve aykırılıklar içerdiğinden gazete manşetlerinden uzun yıllar inmemiş, valiliğin dikkatinden de kaçmamıştır.[6] 



[1] Sürgevil, Sabri, Bozdoğan,  syf 1
11 Madeline , C. ZILFI, aynı eser, syf: 476
[3] Abdullah Martal , Belgelerle Osmanlı döneminde İzmir, Yazıt yay..İzmir, 2007syf:86
[4] Hakan erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu, Kitap yayınevi, 2004 syf:88
[5] Abdullah martal age,syf: 87,88,89
[6] Günver Güneş, age,syf: 96

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder