19. yüzyılda özgürlüğe geçişle birlikte
İzmir’de bulunan zenciler daha çok Türk mahallelerinde yoğun olarak
yaşıyorlardı. İzmir’in yoksul mahallelerin Sabırtaşı, Dolaplıkuyu, Tamaşalık,
İkiçeşmelik ve Ballıkuyu zenci yerleşim yerleri olarak göze çarpıyordu. Osmanlı
İmparatorluğunun son dönemlerinde şehir nüfusuna oranla zencilerin en yüksek
sayıda bulunduğu şehrin İzmir olduğudur. İzmir’de yaşadıkları mahallelere göre
cemaatlere ayrılan İzmir Zencileri, Borno, Afini, Tağali, Cengi gibi isimlerle
ayrılıyorlardı. İstanbul’daki saray ve
konakların dadı, halayık ve harem ağalarına karşılık İzmir’de daha eski
tarihlerden başlayarak ev bark kurmuş, türlü mesleklere girmiş zenciler vardı.
Ancak zenciler iyi halli evlerde dadılık ve lalalık yaptıktan sonra azat
edildiklerinde epey bocalamışlar, karın tokluğuna sefalet içinde yaşamak
zorunda kalmışlardır. Şehir’de en zor ve pis işler zenciler tarafından
yapılıyordu. Zenci kadınlar erkeklerine göre çalışma yaşamında daha
şanslıydılar. [1]
Hamamlarda, düğünlerde, başları üzerinde taşıdıkları seleler içinde çeşitli,
susam helvaları satarlardı. Anneler yaramaz çocukları “seni helvacı Araba
veririm.” diyerek uslandırırlardı. Eşrefpaşa mevkiinin üst tarafındaki Nohutçu
Tarlası denen yerde kırık cam parçalarını eriterek mavi, kırmızı ve yeşil
renklere boyayarak renkli ve süslü bilezik yapanlar vardı. Bu bilezikler rağbet
görür ve birçok kızların kollarında üçer beşer tane bulunurdu. Bu bilezikleri
“hel hel” ve bu kadınlara da “helhelci” denirdi. O devirde, satış çiçekçiliği,
Hisar Camii önünde saksılar içinde satılanlardan ibaretti. Ancak bazı zenci
kadınlar kırlardan topladıkları laleleri ufak demetler halinde mahalle
aralarında “al lale, mor lale” diye bağırarak satarlar ve meraklı ev hanımları
da evlerini süslemek için bunlardan satın alırlardı. Yaz aylarında ise
zenciler, çevre köylere, orak, çapa, pamuk toplamak için giderlerdi.[2]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder