23 Mart 2015 Pazartesi

TÜRK EDEBİYATINDA SİYAHİ SURETLER

                             AFRİKA KÖLE TİCARETİNİN MİRASI
  Batı Anadolu bölgesinde yaşayan Türkleşmiş Siyahlar, köle ticareti yoluyla bu topraklara yolu düşen Afrikalı kölelerin torunlarıdır. Onlar bu ticaretin mirası olarak renklerini korumaya devam etmiş olsalar da Afrika ile aralarında hiçbir bağ kalmamış tamamen Türkleşmişlerdir. Afrika köle ticaretinden kalan bir diğer miras ise Tanzimat dönemi edebiyatından başlayarak karşımıza çıkan siyahî karakterler olacaktır.

A- EDEBİYATIN SİYAH SESLERİ
     Osmanlı devlet adamları 1840’larda, Genç Osmanlılar 1860’larda ve Tanzimat dönemi aydınları 1870’lerin ortalarına kadar, Batının köleliğin ilgasına yönelik yürüttükleri kampanyaların baskısıyla karşı karşıya kaldılar ve bu soruyu yanıtlama çalıştılar.[1]  Tanzimat döneminde Afrika köle ticaretinin yasaklanması sebebiyle “kölelik” kavramı da dönemin aydınları ve edebiyatçıları arasında tartışılmaya başlamıştı. Bu dönem Türk edebiyatına yeni giren roman türü içerisinde kölelik konusu da yerini almıştı. Biz bu bölümde dönemin tanıklığını yapan bu romanlar içindeki Siyah suretlerin karakterleriyle bu mirasın uzantısı olarak yolculuklarının Osmanlı toplumu içindeki yerini takip etmeye çalışacağız. Kölelik konusunun eleştirel yaklaşımını ilk olarak Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanında görürüz. Bu eserin 1978 baskısının önsözünde Samipaşazade Sezai ile yapılmış 4 Mart 1942 tarihli röportaja da yer verilmiş. Yazarının ağzından döneminin ve eserinin hikâyesi bize şöyle tanıklık ediyor: 


     “ 1305 (1889) … Otuz üç sene sabah olmak bilmeyen, ufuklardan en küçük bir şafak aydınlığı görünmeyen uzun ve karanlık bir gece içindeydi. O zindan karanlıklarında doğan tek tük yıldızlar, vatanı terk ederek gurbet ellerin hicranlı ufuklarında sönüyor; kalanlar da vatan semalarında bir müddet parladıktan sonra, istibdadın tutuşturduğu volkanlardan yükselen siyah ve korkunç dumanlar içine gömülüp kayboluyordu. O uğursuz devirde bir fikir ve his kargaşalığı, bulaşıcı hastalıklar gibi, kişilerden topluma, toplumdan memleket köşelerine, oralardan da bütün vatan sathına yayılarak (düşünce) dediğimiz o sessiz ve durgun akımların kaynaklarını kurutuyordu… Edebiyatla baş başa kalabilmek için koskoca vatanda rahat bir köşe yoktu. ..Bu haller karşısında ve çevrenin etkisi altında geçirdiğim şiddetli, yakıcı ve yıkıcı, asabi bir hayat içinde yazıhanemin önünde şirin ilham perisini beklerken  kapımda hafiyelerin ayak patırtılarını işitir, penceremde beni gözetleyen kaplan bakışlarını görür gibi olurdum. Çünkü Sergüşezt’e “esaret” aleyhinde başlamış ve “hürriyetine” diyerek son vermiştim…”




[1] Toledeno, Ehud R. ; Late Otoman Consepts of Slavery, (1830s-1880s)  Poetics Today, Vol. 14, No. 3, Cultural Processes in Muslim and Arab Societies: Modern Period I (Autumn, 1993), pp. 477-506, s:477

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder