AFRİKA KÖLE
TİCARETİNİN MİRASI
Batı Anadolu
bölgesinde yaşayan Türkleşmiş Siyahlar, köle ticareti yoluyla bu topraklara
yolu düşen Afrikalı kölelerin torunlarıdır. Onlar bu ticaretin mirası olarak
renklerini korumaya devam etmiş olsalar da Afrika ile aralarında hiçbir bağ
kalmamış tamamen Türkleşmişlerdir. Afrika köle ticaretinden kalan bir diğer
miras ise Tanzimat dönemi edebiyatından başlayarak karşımıza çıkan siyahî
karakterler olacaktır.
A- EDEBİYATIN SİYAH SESLERİ
Osmanlı devlet adamları 1840’larda, Genç
Osmanlılar 1860’larda ve Tanzimat dönemi aydınları 1870’lerin ortalarına kadar,
Batının köleliğin ilgasına yönelik yürüttükleri kampanyaların baskısıyla karşı
karşıya kaldılar ve bu soruyu yanıtlama çalıştılar.[1] Tanzimat döneminde Afrika köle ticaretinin
yasaklanması sebebiyle “kölelik” kavramı da dönemin aydınları ve edebiyatçıları
arasında tartışılmaya başlamıştı. Bu dönem Türk edebiyatına yeni giren roman
türü içerisinde kölelik konusu da yerini almıştı. Biz bu bölümde dönemin
tanıklığını yapan bu romanlar içindeki Siyah suretlerin karakterleriyle bu
mirasın uzantısı olarak yolculuklarının Osmanlı toplumu içindeki yerini takip
etmeye çalışacağız. Kölelik konusunun eleştirel yaklaşımını ilk olarak Sami
Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanında görürüz. Bu eserin 1978 baskısının
önsözünde Samipaşazade Sezai ile yapılmış 4 Mart 1942 tarihli röportaja da yer
verilmiş. Yazarının ağzından döneminin ve eserinin hikâyesi bize şöyle tanıklık
ediyor:
“ 1305 (1889)
… Otuz üç sene sabah olmak bilmeyen, ufuklardan en küçük bir şafak aydınlığı
görünmeyen uzun ve karanlık bir gece içindeydi. O zindan karanlıklarında doğan
tek tük yıldızlar, vatanı terk ederek gurbet ellerin hicranlı ufuklarında
sönüyor; kalanlar da vatan semalarında bir müddet parladıktan sonra, istibdadın
tutuşturduğu volkanlardan yükselen siyah ve korkunç dumanlar içine gömülüp
kayboluyordu. O uğursuz devirde bir fikir ve his kargaşalığı, bulaşıcı
hastalıklar gibi, kişilerden topluma, toplumdan memleket köşelerine, oralardan
da bütün vatan sathına yayılarak (düşünce) dediğimiz o sessiz ve durgun
akımların kaynaklarını kurutuyordu… Edebiyatla baş başa kalabilmek için koskoca
vatanda rahat bir köşe yoktu. ..Bu haller karşısında ve çevrenin etkisi altında
geçirdiğim şiddetli, yakıcı ve yıkıcı, asabi bir hayat içinde yazıhanemin
önünde şirin ilham perisini beklerken
kapımda hafiyelerin ayak patırtılarını işitir, penceremde beni
gözetleyen kaplan bakışlarını görür gibi olurdum. Çünkü Sergüşezt’e “esaret”
aleyhinde başlamış ve “hürriyetine” diyerek son vermiştim…”
[1] Toledeno, Ehud R. ; Late Otoman Consepts of Slavery, (1830s-1880s) Poetics Today, Vol. 14, No. 3, Cultural
Processes in Muslim and Arab Societies: Modern Period I (Autumn, 1993), pp.
477-506, s:477
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder